Son 8 yılda “Yine bir nefret cinayeti ile sarsıldık!” diye başlayan 36; son 1 yılda ise “Yine bir kadın cinayeti ile sarsıldık!” diye başlayan 214 basın metni yazıldı. Bunlar yalnızca bildiklerimiz, bize yansıyan ve resmi kayıtlara geçenler. Her cinayet, bir diğerini hatırlatalı, bizleri bir kez daha derinden yaralayalı, bana ne zaman sıra gelecek diye sorduralı ise kim bilir kaçıncı nefret suçuyla karşı karşıyayız.
Bizler her seferinde yeniden toparlanıp, “Artık yeter!”, “Bu son olsun!” derken bir yandan da katilleri çok yakından tanıdığımızı sürekli dillendirmeye devam ediyoruz. Çağla’nın katilini MOBESE kameralarından izlerken, onun sakinliği, merdivenlerden inip ayakkabısını yavaşça bağlayışını görürken ise bu katilin gerçekten kim olduğunu, bu sakinliğin nereden geldiğini tamamiyle anlayabilmek ise çok can sıkıcı.
Bir hayatın, bir hayata son vermenin bu kadar kolay olabildiğini canlı canlı izlemek ise trans cinayetlerinin, kadın cinayetlerinde de olduğu gibi ne kadar politik olduğunu çok acı bir şekilde bizlere hatırlatıyor gibi.
Seks işçiliğinin bir iş kolu olarak sayılmadığı, “fuhuş” suçlamasıyla trans kadınların evlerinin 3 aylık aralıklarla kapatıldığı, nefret cinayeti zanlılarının “ağır tahrik” uygulaması ile koruma altına alındığı, hakları göz ardı edildiği için ceza evinde açlık grevine giren trans kadınlara “LGBT bireyler için ayrı bir cezaevi uygulaması gündemde” diyerek onları ceza evinde dahi tecride zorlama girişiminin başladığı bu ülkede, cinayetler için “politiktir” demek sanıyorum en doğru ifade olsa gerek.
Kadın ve erkek olmanın çok keskin hatlarla ayrıldığı, heteroseksüellik dışında hiçbir cinsel yönelimin, yine kadın ve erkek olma halleri dışında hiçbir cinsiyet kimliğinin ya da herhangi bir cinsiyet kimliğine sahip olmama halinin kabul edilmediği bir ülke Türkiye. Aynı zamanda nasıl kadın ve erkek olunması gerektiğini doğduğumuz andan itibaren baskıyla öğreten, bunun dışına çıkan kadınların ve/veya erkeklerin acımasızca cezalandırıldığı bir ülke Türkiye. Cinsiyet geçişini ancak “üreme yeteneğinden yoksun” olduğunuzu kanıtlayabildiğinizde gerçekleştirebildiğiniz bir ülke Türkiye.
Bizler, tüm yasal düzenleme çağrılarımıza kulak tıkayanlara, egemenlere, bizleri üçüncü sayfalardan, medyanın taraflı haberlerinden tanıyanlar diye seslendiklerimize, bu cinayetlerin ne anlama geldiğini biliyoruz diye haykırmaya devam ediyoruz. Trans cinayetleri politiktir diyoruz.
Çünkü biliyoruz ki:
– Sorumlu heteronormatif sistemdir.
– Sorumlu, bizleri “vatana hayırlı evlatlar” olarak yetiştiren eğitim sistemidir.
– Sorumlu, feodal aile yapısıdır, Çağla’nın ailesini aradığımızda, “Bize ne” dedirtebilen düşüncedir.
– Sorumlu, 1985’ten itibaren hastalık olarak kabul edilmeyen eşcinselliği, “biyolojik bir bozukluk hastalık ve tedavi edilmesi gereken bir şey” olarak açıklayabilecek cesarete sahip olan bakandır.
– Sorumlu, aylardır uyguladığı şiddeti, bizleri şaşırtmayarak, Çağla’nın olayında da tekrarlayan, cenazesine ne kendileri dokunan ne de sağlık ekiplerini dokundurtan ancak konu bonus puan uygulaması ile 10-20 arası puan verilen “travesti avı” konusuna geldiğinde canla başla çalışıp “görevini yerine getiren” polistir.
– Sorumlu, 90’lı yıllarda “travestiler terörü” başlıklarıyla trans kadınları hedef gösteren, nefret cinayetleri haberlerini acımasızca cinsiyetçi bir dille yansıtan ve haberi yalnızca polisin beyanı üzerine kuran medyadır.
– Sorumlu, hak ihlallerini görmezden gelen, katilleri koruyan hukuk sistemidir.
– Sorumlu, trans bireylerin en temel insan hakkı olan, sağlık hakkına erişimlerini görmezden gelebilen sağlık sistemidir.
– Sorumlu, zorunlu askerlik uygulamasıyla bizleri tek tipleştiren militarizmdir.
– Sorumlu “3 çocuk” tavsiyesi veren ancak çocuklar “ideal” kadın-erkek normlarına uymadığında ise katilini koruyan ve bunun için hiç bir düzenleme yapmayan Başbakan’dır.
– Sorumlu, nefret suçu yasasını çıkarırken, LGBTİ hareketinin tüm çabalarını yok sayan ve cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ibarelerini eklemeyi reddeden devlettir.
Tüm bu sebeplerdendir ki bizler “Trans Cinayetleri Politiktir” demekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz.
Ancak unutulmamalıdır ki bu sorumlular sadece translara yönelik nefret suçlarının değil, kadınların, çocukların ve tüm LGBTİ’lerin uğradığı hak ihlallerinin de sorumlularıdır. İdeal “Türk” vatandaşı şartlarına uymayan herkesin uğrayabileceği hak ihlallerinin sorumlularıdır.
Bu sorumlular, genel ahlak kavramını sürdürenler ve yeniden üretenlerdir.
Bu sorumlular, bizleri daracık hayat şartlarına, daracık alanlara, daracık kimliklere bazen de daracık koğuşlara sıkıştırmaya çalışanlardır. Bu sebeptendir ki Daracık Sokak’ta yaşanan ve Çağla’nın hayatını kaybetmesine sebep olan bu nefret suçu, hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir. Politiktir ve hepimizin hayatına dokunmaktadır.