Queer-Anarşist bir etkinlikte gördüğüm fanzin standı içimi burktu! Stantta bulunan queer fanzinlerin neredeyse tamamı Almanca, İngilizce vb. fanzinlerden oluşuyordu. Gelişimine tanık olduğum, okuduğum ve emek verdiğim çok değerli yerel fanzinlerin unutulmuşluğuna gönlüm el vermedi. Bir koşu eve gidip kitaplığımdan kaptığım iki tane fanzini fotokopicide çoğalttım ve standa koydum. Böylelikle de yıllar sonra bu güzel fanzinleri tekrar inceleme ve hatırlama şansı buldum.
2006’nın sonlarıydı. Korku ve heyecan içerisinde Lambda’nın kapısından içeri adımımı attıktan kısa bir süre sonra dergi rafını karıştırmaya başlamıştım. Ailemden gizlice kaçarak geldiğim bu sığınakta utangaçlığımı biraz olsun gizlemek için raflardaki dergileri kullanıyordum. İçeride bulunmak, lubuncayı sökmek ve her konuşmaya kulak misafiri olmak istiyordum! Hayatımda böyle bir ahlaksızlık görmemiştim (ve içimdeki kaltak uyanıyordu!) Similya boyları üzerine yapılan tartışmalar, gullümler, “yanıyorum ayy” diye bağıran kadınlar, laf sokmalar, madilikler, milliyetçi marşları lubuncaya çevirip seslendiren divalar,… Yani anlayacağınız Kaos GL okumak biraz zordu!
Gel zaman git zaman konsantrasyonumu biraz olsun arttırdığımda dergi raflarındaki fanzinler gözüme ilişti. “%100 GL” diye bir fanzin vardı Lambda’nın ilk dönemlerinden, ama inanın hiç hatırlamıyorum içeriğini. Bir de “Gacı” vardı. Lambda’da soluduğum ahlaksız, neşeli ve öğretici atmosferin bu fanzine de işlediğini görünce birkaç sayısını almıştım. Trikalı gacı, sürmelican, ayşegullüm süper kahramanlar gibiydi; “astrogacı”, “demet’in tepindii köşe”, “gacı blues” şuan elimde bulunan tek sayıdan yüzümü gülümsetenler… Tabi ben çok geç bir dönemine yetişmişim. Yoksa 1997 senesine dek uzanıyormuş Kadın Kapısı / Gacı; bir cinsel sağlık projesinin bülteniymiş. Proje bittikten sonra yayın hayatı son bulan fanzin 2004’te “Gacı İstanbul” olarak bağımsız bir kimlikle tekrar çıkıyor ve 2007’lere dek 15 sayı çıkarıyor.
“…O halde yapmamız gereken iki şey var. Birincisi cinsiyetler arası geçiş (transgender) konusundaki bilgisizliği gidererek yanlış önyargıları, korkuları sona erdirmek, farklılığımızın doğal ve insani olduğunu göstermek; ikincisi de yüzümüze kapatılan kapıları açabilmek için insan hakları temelinde kimliğimizin mücadelesini yapmak. Gacı İstanbul’un yapmaya çalıştıklarından birisi bu. Ayrıca, Türkiye’de yaşayan tüm travesti ve transseksüellerin kendilerini dolayımsız ifade edebilecekleri, birbirlerinden haberdar olabilecekleri, deneyimlerini paylaşabilecekleri, bilgilerini derinleştirebilecekleri bir ortak platform oluşturmak. Bu durumda iki hedef kitlemiz var denebilir: Kamuoyu ve kendimiz.” – “Gacılarla Söyleşi”’ Pembe Hayat
Sonra “Dönme” çıktı, hem de öyle böyle değil olay! bir şekilde 🙂 Queer bir hamleyle hakaret olanı sahiplenen translar “gerçeğine, içinde yaşadığına ve kendilerine dönüyor” du. İlk sayısı bir manifesto şeklinde “2007 Onur Haftası özel sayısı” olarak çıktı. Kapağında belki de Bursa’da maruz kalınan linç girişimine inat olarak “yürüyoruz!” yazıyordu. İçindeki manifesto ise hem o yılın katlanacak yürüyüşünün hem de ileride filizlenecek Trans hareketlerin habercisiydi:
“… Dönme” sözcüğü bugüne dek hep bizi aşağılamak, ezmek için kullanıldı. Biz bugün, hayatlarımız üzerinde “söz sahibi olabilen!” bireyler olarak bu sözcüğün “dönüşünü” ilan ediyoruz. Ve diyoruz ki; hayat hiçbir zaman kısır önyargılara, tanımlara, kavramlara sığmadı, sığmayacak!.. Gözlerimize iyi bakın, gözbebeklerimizde ışıldayan; işte bu “farkındalık” ve bu farkındalığın açtığı yollarda ezberlerin üstüne basa basa yürüyebilmenin onurudur.
Malesef sadece iki sayı daha çıkabildi ve 2009’da son buldu. Bazı gacıların söylendiğini duyuyordum “ay ne o öyle, ne biçim isim?” diye hoşnutsuzluğunu belirtenler oluyordu. Bir başkası ona “bizi aşağılamalarına izin vermediğimizi gösteriyoruz” diyordu. Dönme’nin ikinci sayısında Ayşegullüm Aligül oldu. Translar trans normlarını sorguluyor, trans erkekler harekete dahil oluyor (ya da kendilerine yer açıyor)lardı, hareketler bölünerek çoğalıyordu.
2009’un ikinci yarısında Lambda’nın içinde kadın sayısı bir anda arttı. Onur Haftası hazırlıkları için “Kadın Komisyonu” kurulmuştu. Bu kadar kadın nerden çıktı hiçbir fikrim yok! Ama bir anda çıkmışlardı ve enerji çok yüksekti! Hiç mütevazi olmayacağım; çok önemli şeylere vesile olduk!
1) “Kadınlar Arasında” yı çevirmeye başladık. Aslen yapılacak olan “Cinselliğimizi Dillendirelim” cinsellik atölyesinde kolaylaştırıcı niyetine çeviriyorduk ancak çeviri süreci de tam olarak buna hizmet etti. Her bir bölüm birbirimize doyamadığımız uzun gece toplaşmalarına dönüşüyor; her bir konu merakla, arzuyla ve neşeyle çevriliyor, tartışılıyor ve gerektiğinde test ediliyordu : ) Sadece kalemlerimizi ve beyin hücrelerimizi değil klitoral, büzgen ve başka kaslarımızı da bu süreçte çalıştırdık. Performans kaygısına düşmeden arzularımızı, deneyime olan açlığımızı ve yaralarımızı açtık. O yıl (2010) Onur Haftası’na kadın/trans etkinliklerinin damgasını vurduğu, Feministival’in ve Çatışan Feminizmlerin başladığı; kadınların ve transların cinselliklerini ifade edebilecek özgüvene eriştikleri (8 Mart yürüyüşünde Galatasaray’da heykele tırmanıp öpüştüğümüz) yıldı!
“… kadın cinsellik üzerine problem odaklı olmayan, meraklı ve olumlu bakış açıları sunmak çok önemli. Kadınlar Arasında kitapçığında aktif seks yaşamına sahip olanlara ya da yeni başlayacaklara, kolay erişilebilen ve üzerine konuşulmasını umuğumuz ilham verici metinler sunuyoruz…” – Kadınlar Arasında fanzinden
2) “Etkinliklere kim gelicek?” sorusu çok hararetli bir tartışmaya yol açtı. Beden ve cinsellik üzerine konuşmak “Kadın Komisyonu”ndaki bazı insanların trans olarak açılmasına vesile olmuştu. Trans bireyleri içeren ve hatta onlara pozitif ayrımcılık gösteren politik olarak doğru bir dil arıyorduk. Trans erkek varlığını tanımak kadar transgenderları da görünür kılmak gibi bir derdimiz vardı. İçki şişilerini devire devire yaptığımız tartışmalarla her etkinlik için ayrı ifadelerde bulunduk. Cinsellik atölyemize “kadınlık ve aynı zamanda kadınlarla cinsellik deneyiminden geçmiş ve geçmekte olan bireyler” i davet edip, foruma “lezbiyen, trans, interseks bireyler ve biseksüel kadınlara açıktır” ifadesini koyduk. Ayrıca “Hangi Kadın Partisi” gibi bir parti adı da beynimi ne kadar yaktığımızın kanıtı niteliğinde bence : ) Hiçbir ifadeyi “nihayete erme” olarak görmedik, amaçlarımıza hizmet edecek araç olarak görmeye çalıştık. Tüm bu tartışmalar “trans” kelimesinin doğuşuna vesile oldu. İlerleyen süreçte bu ekip “lezbiyen, biseksüel, queer, trans odaklı haz ve direnişten yana bir antiotoriter otonom”a yani İllet’e dönüştü. LGBTT’nin T’leri birleşti; 2012’de “Transgender Güzeldir” yayımlandı!
“Trans Feminist Manifesto”, “Genderqueer’i Tanımlamak”, “İnterseksler de vardır!”, “Amargi’deki Erkek” ve farklı translık deneyimlerinin aktarıldığı “Transsesler” bölümüyle hala türünün tek örneği niteliğinde.
“…transfobiye inat söylüyoruz; her beden, her ruh, her deneyim güzeldir…
Transgender Güzeldir…”
Fanzinler hem kendi dönemlerini çok iyi yansıttılar hem de o dönemleri oldukça etkilediler. İçlerinde kaynak niteliği taşıyan birçok yerli/yabancı metnin bulunduğu bu fanzinler ne yazık ki arşivciliğe önem veremememiz nedeniyle unutuluyorlar. Üstelik bu fanzinlerin unutulmasıyla DIY (Kendin Yap) felsefesi ve bu özgürleştirici otonom deneyimler de kayboluyor. Amatör bir ruhla yapılan, zor imkanlarla çıkartılan bu yayınlar birçok kişiye ilham verdi; birçoğumuzun kendi yaratımlarıyla barışmasına, bireysel ifade gücümüzü geliştirmemize vesile oldu. Hareketin dilini geliştirdi, özgüvenini arttırdı. Bence hala fanzinler dergi ve kurumsal yapılardan daha fazla özgürlüğe imkan tanıyor. Aynı bloglar gibi sansür derdi olmadan, anonimliğe sığınılabiliyor. Kes, yapıştır, çoğalt; tek bir kişi bile fanzin çıkartabilir!