Bu hakikat 23 yaşında trans bir kadını ölüme zorlayan ve dahi öldüğü günü en güzel gün addetmesine yol açan düzenin adıdır. Düzen sizden öte sizden yüce müdahale edilemeyecek bir tepe asla değil, LGBTİ hareket için hiç böyle olmadı. Düzen bizatihi yaşamın kendisi, insanların pratiği ve bittabi devletin doğası…
Bu hafta gazetelerden okuduğumuz bir “istanbul travesti terörü” vakası değil, toplumsal terörün aldığı bir canın hikâyesiydi. Gazetelerin nefret dili bu hafta yerini mağdur diline bıraktı. Sunuluşu acıklı, içeriği boş haberler okuduk… Acıklı dil yeterince tıklanmaya yetmedi ki mesele magazinleştirilerek intiharın ‘sırrı’ aydınlatılmaya çalışıldı. Transları hep önyargıyla ve olumsuz temsille sunmayı görev edinen medyanın, herkesin bildiği sırrı aydınlatma çabasını kendilerine bırakıp ‘hakikatimize’ bakalım.
Eylül Cansın’ın intiharının altında bir sır değil, bir hakikat var: 17 yaşında aile baskısına dayanamayıp intihar eden Okyanus Efe’nin, ailesi tarafından öldürülen Roşin Çiçek ve Ahmet Yıldız’ın, nefret cinayetine kurban giden İrem Okan ve onlarca trans kadının hikâyesinin hakikatidir bu intihar.
Bu hakikat 23 yaşında trans bir kadını ölüme zorlayan ve dahi öldüğü günü en güzel gün addetmesine yol açan düzenin adıdır. Düzen sizden öte sizden yüce müdahale edilemeyecek bir tepe asla değil, LGBTİ hareket için hiç böyle olmadı. Düzen bizatihi yaşamın kendisi, insanların pratiği ve bittabi devletin doğası…
“Hiç trans kadına benzemiyorsun” cümlesi ile başlayıp “Benden daha güzelsin!” ile devam eden cümleler bütünü hakikatin kendisi, düzenin örtülü ifadesi; iyi niyetle, övme maksatlı sarf edilmiş cümleler, o üstten sevmeler yahut hoş görmeler… Bunların hiç biri hakikatini bilen translar için sır değil, mesele toplumun daha ne kadar kendi inkâr ve yalanlarında ısrarcı olacağı!
Ne ilk ne de ne yazık ki son olacak
Herkesin istediği gibi, herkesin istediği şeyi yaptığı için ölmek istedi Eylül, öyle diyor bize son seslenişinde. Seslenişi, ölümü ve sonrası bile mâduniyet halinin devam ettiğinin kanıtı. Kendi sesiyle hitap ettiği ve kendi acılarını anlattığı videosu kolektif bir sesin öyküsüydü. Toplumsal işleyişe müdahil olamayanların, varoluşu kabul edilmeyenlerin, yok sayılanların ve en iyi ihtimalle dışlananların.
Yer altına çekilmiş hayatların dipten gelen sesi olduğu için bunca etkilendik bu intihardan. Zira bu intihar ne ilk ne de ne yazık ki son olacak.
Trans kadınlar yine iş bulamayacaklar, yine seks işçiliği yapmak zorunda kalacaklar. Seks işçilikleri yasal alanda sayılmayacak, kriminalize edilecek ve yine yer altına çekilecek. Seks işçileri her gün daha fazla güvencesiz ve nefret cinayetlerine açık halde çalışmaya zorlanacak.Yasal güvenceleri olmadığı gibi kolluğun, doktorun, avukatın, komşunun ve herhangi birinin ayrımcılığına, baskısına, şiddetine uğrayarak yaşamaya devam edecekler; onların istediği gibi ve onları ‘rahatsız etmemeye’ çalışarak… Yasal boşluktan faydalanan ve burayı rant alanına dönüştürme çabasında olanlar mafyalaşacak ve sokakta, evde seks işçiliği yapanları haraca bağlayacak. Arkadaşımız buna itiraz etmek isteyecek ve bir cesaret polise şikâyetçi olacak; bir çözümü olmayacak, dosya rafa kaldırılacak. Mağdura “mağdur kalmaya devam edeceksin” denilecek. Ses çıkarmak isteyecek, sesi duyulmayacak. Çünkü çoktan ahlaksız ve namussuz ilan edilmiş olacak sesi duyulması gereken kesimler tarafından. Hatta bu kesimler seks işçileriyle “fuhuşla mücadele” adı altında mücadele edecek o sese kulak tıkayıp.
Hayat böyle akıp gidecek, yine bir intihar vakası olacak ve yine iki bilemedin üç gün bu mesele konuşulacak, sorunlar nelerdir neler yapılmalıdır, biz neler yapmalıyız denilecek. Sonra unutulacak, transfobik şakalar yapılmaya ve onlara gülünmeye devam edilecek, sokakta rastlandığında tacizler ve aşağılayıcı bakışlar aynı şekilde sürüp gidecek.
“Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi, çalışamadım” diyor Eylül ve devam ettiriyor “Bir şeyler yapmak istedim ama yapamadım, bana engel oldular ve beni çok mağdur ettiler.” Yaşam pratiğimizi bir iktidar ilişkilenmesi üstüne kurmazsak ‘izin’ gibi bir müessesenin olmayacağını söylemeye gerek yok. Tıpkı izin olmadığı zaman engel de olmayacağını söylemeye gerek olmadığı gibi. Aynı şekilde izin ve engel olma kelimeleri ve performansları olmadığında da mağduriyet olmayacak ve derken karanfil elden ele…
Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya
Mücadele eşit ilişkilenmek ve eşit yurttaşlık için; tahakküm ve baskı sadece devletten değil, belki en çok da bizden, bizim toplumsallaşma pratiğimizden. Estetik alandan tutun bilgi alanına kadar her yerden. İktidar içten bir kuşatmanın adı ve faşizm gayet gündelik bir pratiğin kendisi olabilir. Majör kelimeler minör hayatlarımıza değmiyor diye düşünmekse yok saymak ve suça ortak olmak. Koruyucu yasa yoksa biz olmalıyız, devlet yalnız bırakıyorsa biz kalabalıklaştırmalıyız, varoluşu yok sayılıyorsa biz görünür kılmalıyız. Mevzu her şeyden evvel biziz, toplumsal olanlar. Velhasıl yasal alan elbette ki yabana atılmayacak denli mühim fakat varlığımızı maduna yoldaş kılabilmek ondan çok daha mühim ve aciliyetli. Tahayyülde bütünleşmeli: Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya!
Bir kez daha bu yazıdan sonra o videoyu izleyin ve ‘kader’ mefhumundan değil insanlardan söz edildiğine dikkat kesilin. Bu kader değil, bu kaderi yaşatan insanlar: sen, ben, onlar!
Gazete sayfalarında karşılaşmamak umuduyla…