“Denizli LGBTİ ve Aileleri” olarak oluşumumuzun adına yakışır bir şekilde bu haftaki buluşmamızı da gerçekleştirdik. Tam 40 kişiydik bu hafta da. Üniversiteden birçok bölümden öğrenci arkadaşlarımız vardı: Fizik Tedavi, Sınıf Öğretmenliği, Beden Eğitimi Öğretmenliği, İşletme, İnşaat Mühendisliği, Tıp Fakültesi, Çalışma Ekonomisi, İktisat, Felsefe… Bu hafta tartıştığımız “açılım” konusuna uygun olarak, açılımlarını yapmış anneleriyle katılan eşcinsel ve transseksüeller vardı, gene başka şehirden oluşumumuzu duyan ve katılan transseksüel bir arkadaşımız vardı, sosyalistler vardı, taraftar grupları vardı…
Buluşmamıza katılımcıların kendilerini tanıtmalarıyla başladık. Daha sonra da açılımlarını ailelerinin tamamına yapmasalar da gerçekleştirdikleri kadarıyla hikayelerini dinledik. Şehir dışından gelen trans arkadaşımız, buluşmalarımıza katılan bir arkadaşımızın aracılığıyla katılmış bu akşamki buluşmaya. O, annesine açılımın yapmış. Aslında aile bireylerinin hepsi biliyormuş ama kabul edemiyorlarmış; özellikle ailenin erkek tarafı. O da tedavi sürecini yaşamış ve şu ifadeyle karşılaşmış; hormonların normal, her şeyin normal, sen neden böylesin? Babasının moralini bozan olaylar durulduktan sonra, babasıyla da bu konuda yüzleşmeyi düşünüyor. Hep tartıştığımız konudur açılımımızı çeşitli sebepler yüzünden ertelemek. Oysa kimliklerimizin ertelenecek hiçbir tarafı yoktur. Çünkü olaylar olmaya devam edecektir ve belki de açılım yapma fırsatını hiçbir zaman yakalayamayabiliriz bu gerekçeler yüzünden. Olaylar öyle veya olacak zaten. Bu durum bizim kendimiz olarak yaşamamızı ertelememize engel teşkil etmemeli. Arkadaşımız da bu arada üniversite öğrencisi. Her LGBTİ ailesinin duyduğu korkuyu onun annesi de duyuyormuş; ya seks işçisi olursa. O da trans cinsiyet kimliğinin başarısına engel teşkil etmeyeceğini anlatmaya çalışmış. Heteroseksist dünyanın transseksüelleri seks işçiliğine mahkum ettiğini göz ardı edemeyiz ama buna rağmen LGBTİ’lerin çalışma hayatında da var olabilmek için mücadele vermesi gerekiyor.
Geçtiğimiz haftalarda erkek kılığında gelen trans arkadaşlarımızdan biri, bu hafta trans kadın cinsiyet kimliğine uygun giyinmiş olarak, yani kadın kılığında annesiyle geldi. İlk geldiği hafta gözü yaşlı annenin yüzü gülüyordu artık. Evet, gerçeklerle barışmak ve hayatı olduğu gibi kabul etmek hayatımızı kolaylaştıracak, daha yaşanılası kılacaktır kuşkusuz.
Eşcinsel bir gencimiz de açılımını yaptığı annesiyle geldi bu haftaki buluşmamıza. Aslında bu arkadaşımızın ailesi her şeyi en baştan beri biliyormuş anne-baba olarak, aile olarak ama bu durumu bir geçiş süreci olarak düşünüyorlarmış; “bu yaşları da atlatacak ve heteroseksüel olacak” diyorlarmış kendi aralarında. Anne bir gün gerçeği itiraf ettiriyor çocuğa. Nasıl mı; eşcinsel arkadaşımızın eşcinsellikle ilgili damarına basarak. Neden mi itiraf ettiriyor; çünkü çocuğunu düşünüyor ve eve geç gelmelerinden dolayı çocuğunun başına bir şey gelmesinden korkuyor. Arkadaşlarıyla buluşmalarına istinaden “Kimmiş bu arkadaşların?” diyor anne ve arkadaşımız da arkadaşlarını getiriyor bir gün eve. Bir tanesi aşırı kibar-feminenmiş. Daha sonra anne, “Senin bu arkadaşların da ’nonoş’ gibi” diyince, arkadaşımız sinirleniyor, “Evet nonoş, ben de istanbul travesti olacağım” diyor tepkisel amaçlı. Şu anda her şey biliniyor. Bu annemizin korkusu da diğer annelerinkinden farklı değil; ya travesti olursa, ya… Arkadaşımız da anlatmış defalarca; “Anne ben transseksüel değilim, erkek bir eşcinselim.” diye. Annenin hala umudu var çocuğunun bir gün heteroseksüel olması konusunda. Çünkü o bir erkek çocuk annesi. Askere gidince ya başına bir şey gelirse; askere gitmeyip pembe teskere alırsa, “aile çevreme durumu nasıl açıklarım” kaygısı taşıyor. “Biz anne, baba, aile olarak durumu kabul ettik ama bunu yakın çevremize anlatamayız” diyor. Annemiz ilk başta konuşmak istemiyordu ama zamanla ortama ısındı ve çok samimi bir sohbet ortamı oluştu.
Ben seviyorum oluşumumuzda ailelerin de olmasını. Çünkü biz bireysel bir kültüre sahip değiliz şu aşamada. Yani sorunlarımızı aile içinde halledemedikten sonra istediğimiz noktaya gelemeyebiliriz. Çünkü birçoğumuzun kendimizle değil, ailelerimizle sorunu var kimlik konusunda. Çünkü bizi tanımayanların kimliklerimize müdahalesi yakın çevremiz kadar sert değil. Uzaktan herkes “bana ne” diyebiliyor ama aileler söz konusu kendi çocukları olunca bu konuda korku, kaygı duyuyorlar. Mesela bu ailemizin yetişkin eşcinsel arkadaşları var kabul ettikleri ve eşcinselliğin, biseksüelliğin ne demek olduğunu biliyorlar bu sayede. Belki çocuklarını bir ölçüde de olsa kabul etmelerinin sebebi bu konuya fazla yabancı olmamaları. Demek ki LGBTİ’lerin kabul edilmemesinin en büyük sebeplerinden birisi de bu konuda yeterli ve doğru bilgiye sahip olunmaması.
Kimsenin, hatta LGBTİ’lerin bile çoğunun bilmediği farklı bir cinsel kimlikte arkadaşımız da vardı bu akşam; panseksüel bir kadın. Solistlik yapıyor kadın olarak ama o görsel kadınlığı bir aksesuar olarak kullanıyor. Çünkü kendini hiçbir cinsiyete ait hissetmiyor ama cinsiyet veya cinsel yönelim ayırt etmeksizin herkese aşık olabiliyor. En son bir travestiyle aşk yaşamış ve bu ilişkiyi lezbiyen bir ilişki olarak tanımlıyor. “Yarın bir erkeğe de aşık olabilirim, bir kadına da, heteroseksüel veya eşcinsele de” diyor. Mesela ben de cinsel yönelim olarak kendimi net bir şekilde tanımlasam da, cinsiyet kimliği olarak tanımlayamıyorum; ben kadınlığın veya erkekliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum; hissedemiyorum böyle bir şeyi yani. Şimdi bu arkadaşımız kendi bile kendini belli bir kalıba oturtmak istemezken, başkalarını kimliğinin renkliliği konusunda nasıl inandırabilir. Hasta gözüyle bakıldığını söylüyor. O yüzden kendisini kabul etmiş ailesine bile daha bilindik bir kimlik olarak biseksüelim demekle yetiniyor. 50 cinsel kimlikten bahsediliyor, unutmayalım.
Biz LGBTİ’ler açılımımızı yapmayarak kendimizi doğru ifade edebilir miyiz ve de dolayısıyla kabul edilebilir miyiz? Bazı arkadaşlarımız sert tepkiyle ve dışlanmakla, ayrımcılıkla karşılaşırız gerekçesiyle gizli kalmayı tercih ediyorlar ama bizi kendiliğinden kabul edecek bir dünya mı var? Ve gizli kalarak ne kadar koruyabiliriz kendimizi; mutlaka bir gün kendimizi ifade etmediğimiz için önyargıların oluşturduğu homofobi veya transfobiyle karşılaşacağız. Hemen hemen her hafta buluşmalarımıza katılan Berrin arkadaşımız açılıma en güzel örneklerden biri. Yeri ve zamanı geldiğinde herkese açılımını gerçekleştirdiği gibi LGBTİ’ler adına dostlar da kazandırıyor. LGBTİ’ler açık olmadıkları sürece hak mücadelesi yapabilecekler mi? Heterosesküel dünya ile bir araya gelmedikten sonra kapalı kapılar ardındaki LGBTİ buluşmaları bizlere ne kazandıracak?Bizim oluşumun en büyük özelliği de, heteroseksüllerle birlikte gerçekleştirmemiz buluşmaları; zaten amacımız heteroseksüellere kimliklerimizi kabul ettirmek değil mi? Kendimizi asıl anlatmamız gereken onlar değil mi?
LGBTİ’leri tanıyan, eşcinselliği, transseksüelliği ve diğer kimlikleri öğrenen heteroseksüeller, LGBTİ’lere karşı ayrımcılığı yenmek adına kendi çevrelerini de dönüştürdükleri gibi, yakın çevrelerindeki gizli LGBTİ’lerin de bu harekete dahil olmasını sağlıyorlar. Çünkü eşcinselliği, transseksüelliği kabul etmiş heteroseksüel bir çevre, eşcinselleri açılma konusunda cesaretlendirecektir de. Bu akşamki buluşmada bunun örneklerini gördük. Eşcinselliği, transseksüelliği bilen heteroseksüel çevre, LGBTİ’leri daha kolay kabul ediyor. Hemen kabul etmese bile, tepkileri, bu konuda bilgisiz olanlar kadar sert olmuyor.
Açılım bence sadece cinsel yönelimini veya cinsiyet kimliğini halka duyurmak değildir; eşcinselliği, transseksüelliği doğru bir şekilde anlatabilmek, yansıtabilmek ve de kendini savunabilmektir de. Zaten ortada doğru veya yanlış bilinen bir eşcinsellik, transseksüellik… var ama önemli olan bir karşıtlık olması; homofobi, transfobi… Kendi kimliğimizle varolmamız ve bunun arkasında durmamız işte bu karşıtlığı azaltacaktır. Yani demek istediğim kuru kuru bir açılım hiçbir işe yaramayabilir. “Anne, baba ben eşcinselim, hadi beni kabul et” diye bir şey bizi sonuca götürmeyebilir çok büyük ihtimal. Eşcinselliğe, transseksüelliğe doğru bilgiyle onları ikna da etmeye çalışmalıyız.
Ailelere açılımımız ve onları kendimize inandırmamız, çevrenin LGBTİ’lere inanmasına da katkı sağlayacaktır. Annesinin, babasının sahip çıktığı LGBTİ’lere kim ne söyleyebilir? El alem ne der, diye bir korku var ya; el alem bir şeyleri söyleme hakkını ailelerinin bu düşüncesi yüzünden buluyor zaten. Çocuğunu kabul etmiş aileye el alem söyleyecek ne bir şey bile bulabilir, ne de söyleyecek yüz bulabilir.
En önemli şeylerden biri de, açılımını yapmış LGBTİ’lerin aileleri bir araya gelince, “Sadece bizim çocuğumuz böyle değilmiş” diye bir güç, bir güven buluyorlar kendilerinde. El alem ne der demeyi bırakıp çocuklarına sahip çıkıyorlar. Çünkü el alem sadece heteroseksizm için var; çocuklarımız için değil. Öyleyse niye el alemin dediklerine bakarak çocuklarımızın yanında durmayalım? Biz oluşum olarak belki şimdilik siyasi bir mücadele veremiyoruz ama LGBTİ’ler ve aileleri arasında bir barışma sürecine vesile oluyoruz. Amacımız homofobiyi, transfobiyi bitirmek değil mi; yavaş yavaş da olsa “barış” enerjisi zincirleme bir şekilde yayılıyor.
Önce kendimize açılmanın örneğini de biseksüel bir arkadaşımız yaptı. Bir film sayesinde farketmiş kendi cinsine yönelimini. “Güzel bir şey mi?” diye sorduğumda, “Hatta heteroseksüel yönelimden çok daha güzel bir şey” cevabını aldım.
Kendi kendimizi keşfetmemiz ve akabinde kendimizle yüzleşmemiz, kendimize bir şeyleri itiraf etmemiz de kendimizin kendimize yaptığı bir açılım sayılmaz mı? Ama bunu ahlakçı bir toplum olmamızdan dolayı yapmamız çok zaman alabiliyor. Kendimizi keşfederken tereddüt ve iç çatışma yaşayabiliyoruz. Çünkü bilgi toplumu değiliz ve bir şeyleri öğrenmek için o şeyi gerçekleştirme yaşına gelmemiz gerekiyor. Cinsel duygularımızı uygulama yaşımız gelecek de, bir şeyleri tecrübe edeceğiz de… Biraz önce dediğim gibi tereddüt ve çatışma yaşayacağız, sorgulayacağız, araştıracağız, öğreneceğiz ve dünyada bu konuda tek kendimizin olmadığını ve kendimizin kim olduğunu öğreneceğiz…. Öğrensek de o yaşa gelinceye kadarki koşullanmamızdan dolayı belki de kendimizle tam anlamıyla hiçbir zaman barışamayacağız. Kendi kendimizden bile nefretimiz hayat boyu devam edecek bazılarımızda. Oysa eşcinsellik, transseksüellik ve diğer cinsel kimlikler çocukluktan itibaren bireylere öğretilse, LGBTİ’ler kimlikleri konusunda sıkıntı yaşamayacaklar. Ama heteroseksizm sıkıntısız, müreffeh bir LGBTİ’lik istemez ki.
Berrin çocukken de kendini kadın hissediyor ama kadınlığın ne menem bir şey olduğunu bilmiyor. Kadınlık kendisi gibi bir şey oluyor yani; kazak giydiriliyorsa kadınlar da kazak giyer, pembe tayt giydirilirse kadınlar da pembe tayt giyer… Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi Berrin belli bir yaşa kadar kadınların da pipisinin olduğunu zannediyor. Ne zaman okul çağında cinsiyet ayrımcılığı başlıyor, o zaman kafasına dank ediyor kadınlık ve erkeklik meselesi. Belli bir yaşa kadar kendini gay olarak tanımlıyor, gay olarak yaşıyor, gay olarak tanıtıyor. Gay olmadığını öğrendiği zaman da trans kadınlık konusunda açılımını hemen yapamıyor. Çünkü trans olmak demek, daha görünür olmak demek ve bu da onun eğitim hayatında sorunlar yaratabilir. Bir trans olarak üniversiteye gitme hakkı olsa bile, okul burnundan getirilebilir; öğretmenler tarafından, öğrenciler tarafından… Şu anda yakın çevresine açıldı ama hala kendini çırılçıplak hissetme durumunda kadın kılığında insan içine çıkınca. Herkes sanki ona bakıyormuş gibi. Oysa dışarıya atfettiği rahatsız edici bakışlar, beynine yer etmiş heteroseksist dünyanın homofobi veya transfobisinden başka bir şey değil.