Şöyle; birçok odası, içerisine girilecek, birkaç dergi alarak klozetinin üzerine oturulacak banyosu olan bir evde büyümedim ben. Herkeste aranan ve ‘tahmin etmiştim’ denilen asil bir soydan da gelmedim. Teyzem; haftalık temizliklere tanımadığı insanların evine gider, eniştem mahalle kahvelerinde poker oynardı. bir bakışta ‘işte! ailem bu diyebileceğim’ kimsem olmadı. Bir keresinde ikinci el bilgisayar’la eve geldiğimde eniştemin dayağıyla karşılaşmış, teyzemin sert sözlerine maruz kalmıştım. Aslında benim için, o evde yaşamak bilmediğim argo kelimelerin tacizlerine uğramak anlamına gelirdi. Bunu kimse bilmezdi çünkü bir konuda kavga çıkacaksa konu komşunun duyması ayıp’tı. Ayıp; eniştemin yoldan geçen kadınların kalçasına bakıp dudaklarının arasından her an sızacak sandığım salyalara,teyzemin eniştemle yaptığı yatak maçlarında çıkardığı şuh seslere uydurulan bir kelime değildi. Ayıp; başlı başına bendim aslında. Erkek olduğum halde tırnaklarıma sürdüğüm şeffaf cilalar, belki göğüslerimde belirgin bir büyüme olur diye arkadaşlardan çekinerek istediğim ada çaylarını her gün mutlaka iki bardak içmem, giyindiğim dar bluzlar ve dar pantolonlardı.
Eniştemden yediğim dayaklara ahlak deniyordu. Ahlakını korumak için bir insanı cinsel yöneliminden dolayı hırpalayabilir, işkence uygulayabilirdin. İşte o zaman ailesine sahip çıkan, kötü örnekleri yeryüzünden silen bir kahraman olabilirdin belki de.
Her şeye mutlaka bir kılıf uydurulurdu o evde. Hava karardığında eve gelsem fuhuş yaptığımı zanneden bakışlarla karşılaşır ve sessiz kalmam için kendime telkinlerde bulunurdum. Enişteme göre şiddet görmenin bile bir usulü vardı.‘canın acısa bile bağırmamak…’
Bir yerden kaçman gerekiyorsa ya sen bedenine hizmet edeceksin ya da bedenin sana. O gece evden bunu düşünerek kaçtım. Yanıma sadece ada çaylarımı alarak…
Çoğu insan bunu neden yaptığımı sordu. Kiminin sahip çıkanı vardı, kiminin çoktan unutanı. Ben ikisi de değildim. Hiç hatırlanmayan ve sahip çıkılmayan olmak, uzatmaya çalıştığım tırnaklarımı yememe sebeb olmuştu. ben hiç varolmayan, çoğu zaman yaşadığı unutulan bir canlıydım. Neden fuhuş yaptığımı sorduklarında ‘bir nedeni yok’ dedim. Çünkü ‘neden’ diye bir şey öğretilmemişti bana. Sadece büyüdükçe kendini tanımlayan teyzesi ve eniştesiyle yaşaması gereken bir travesti idim.
Hiç kimsem olmadı. Dizlerine başımı yaslayabileceğim ve elini dokunsa da uyusam dediğim bir annem de olmadı. Eğer olsaydı onun kızı olabilirdim belki. Soba köşesinden daha büyük bir hayatı paylaşabilirdik. Akşam eve döndüğümde ezberimde tuttuğum bir sokak ve apartman adı olabilirdi. Tüm isimleri unutsam bile tek bir isim kalabilirdi hafızamda.
Bir travesti; penisini gizlemekten başka, geçmişteki yaşantısını da gizler. Anımsatanlar sadece yaşanmışlıklardır. Asil biri değilim; soyumun asilleri belirgin kavramlara yeni anlamlar yükleyenlerdir.