Biz bir kelebek ömrü kadar kısa olan hayatımız boyunca kendi kendimizi defalarca öldürdük zaten. O yüzden fazla sevinmeyin…
İrma uzun zamandır evinin eşiğinden içeri girip kapısını geceye kapattığı anda, dudaklarından “çok şükür bu gece de sağ salim evime gelebildim” cümlesi dökülürdü. Yine aynı seremoniyle içeri adım atmaya koyulmuştu ki, nedense vazgeçti. Dudaklarında, dilinde kalbinde, çantasında daha dün gece işlenen cinayetin tazeliği ağırlığı vardı. Her gün yeniden öldürülenlerin, ölümde hayat bulanların Tanrı’ya bir borcu olmasa gerekti. Kısa süre sonra pişman olup “tövbe, tövbe” deyip kendine kızdı, iç çekti. Bu düşünceler içinde ayaklarını yorgunluğunu ardından çeke çeke salona geçip ışığa basmıştı ki, onu fark etti. Lambanın etrafında “hoş geldin” dercesine dans eden kelebeği. Bu davetsiz misafir, kimsenin pek çalmadığı kapısına misafir geleceğine de işaret olmasa gerek diye düşündü İrma. Gündüz pencereyi açık bırakmıştı hepsi bu..
Sonra nedense aklına Ebru Kırancı’nın arkadaşları Çağla’nın öldürüldüğü sabah, “Ya Allah için biriniz ’Güne cinayetle uyanmak’ başlıklı bir yazı kaleme alsın” deyişi geldi. Üşüdüğünü hissetti. İçinden “Hassiktir! Hangi güne, hangi cinayete ve büyük olasılıkla gelecekteki hangi gün ve cinayetlere” diye geçirdi. Yine bir daha ürperdi. Gözleri tavandaki lambaya ilişti, kelebek deli divane pır pır dönüyordu hâlâ, pır pır atan kalbine eşlik edercesine. Ve hay aksi yine o meşhur takıntı! Bir anda kendini kelebeğin turlarını sayarken buldu: Bir, iki, üç…
On beş’te durdu İrma. Öyle ya daha bugün konuşulmuştu bu ülkede her yıl ortalama 15 transın öldürüldüğü. Ne olduysa klavyeyi önüne çekmesi ve yazmaya başlaması bir oldu. Edebiyata eşlik ettiğinden hep şüphe ettiği o klavye güne cinayet haberiyle başlamayı anlatan bir yazıya ev sahipliği yapabilir miydi? Denemekten bir şey kaybetmezdi herhalde. İrma bir gözü kelebekte, bir gözü tuşlarda öylece güne cinayetle uyanan “ötekilerin” mazisine çoktan dalmıştı bile… Öyle ki tuşlara basmasıyla kendini bir anda Kurtuluş Eşrefefendi Sokak Amber Apartmanı’ndaki o küçücük gün güneş görmeyen tek göz evde bulması bir oldu. Yıllarca gazetecilik yaparak biriktirdikleriyle aldığı ve adeta mezarı olan sevgili Baki’nin evinde. Hani katilinin 38 bıçak darbesiyle öldürdüğü gazeteci Baki’nin. Nasıl bir hınç nasıl bir nefretti o. 38 bıçak darbesi hangi toplumsal ikiyüzlülüğü öldürmeye yeminliydi. Geride “Dicle’ye akıtacağımız 38 gözyaşı” kalabilmiş miydi, diye geçirdi içinden İrma, biz kalanlara…
Hassiktir deyip klavyeyi itti! Bir sigara yakıp yıllar öncesine gitti. İrma Baki’nin bir sokak yakınında oturuyordu o sıralar. Ve Baki’nin ölüm haberi ancak bir hafta sonra evden gelen kokular üzerine öğrenilebilmişti. “Nasıl bir sistem, nasıl bir yalnızlık bu” diye geçirdi içinden. Sonra Hadise geldi aklına…”Aşk olsun sevgili Ebru ben şimdi nasıl yazayım, daha 18’inde olan Hadise’yi… Ah be Ebru, o daha hayata henüz merhaba demişti. Nasıl anlatayım 18’inde bizleri kendi cinayet haberiyle uyandırdığını. Ya da bir türlü uyandıramadığını. Ben Hadise’yle tanıştıktan üç gün sonra cinayet haberini duydum Ebru” diye geçirdi. Elindeki sigarayı küfredercesine söndürüp sırtındaki tonlarca yük ağırlığıyla yatağa attı kendini. Gözlerini yumarken, “Peki sevgili Ebru, ya hiç haberimiz olmayan kimsesizler mezarlığına gömülenleri nasıl anlatayım. Dahası senin uyandığın cinayet haberli günlerini” diye düşündü.
Yeni bir güne elindeki kahve fincanıyla ayılmaya çalışan İrma, mutfak kapısının önünde öylece yatan kelebeği bu kez yerde görüp İrkildi. Kahretsin bu daha dün gece tavandaki lambanın etrafında dans eden kelebekti. “Al işte be Ebru güne yine ölüm haberiyle uyandık. İyi mi?” sözlerini İrma içinden mırıldandığını sanmıştı oysa büyük ihtimalle bütün apartman olmasa da yan komşusu duymuştu. Sonra nedense aklına o müthiş benzetme geldi: “İstanbul Travesti dediğiniz tırtılın kelebeğe dönüşmüş halidir ve kelebeklerin ömrü kısa olur!” O anda bir daha Hadise’yi düşündü. Acaba bu kelebek o olabilir miydi? Kim bilir? Kahve fincanını bıraktı, yerde öylece yatan kelebeği (Hadise) avuçlarına aldı, usulca okşadı, ne yapsam diye düşünürken, aklına daha bir gün önce Çağla’nın cansız bedenine dokunmaktan çekindikleri için ceset torbasına konulup taşıma işlemini arkadaşlarına yaptıran polisler geldi. Avucundaki Hadise’ye bir daha sevgiyle, merhametle usulca dokundu. Bir fatiha okudu. Peşinden bir Ayetil Kürsi… Sonra bir koşu teras katına çıktı. Avucunu açtı, derin nefes çekip Bismillah eşliğinde usulca Hadise’ye üfledi. Öylece döne döne boşlukta kaybolup gitti kelebek.
İçine garip bir huzur doldu. İçine düşen bu huzurla İrma, öylece oturup sokağa günün telaşına kapılanlara derin sessiz dalıp dalıp seyre koyuldu. Bir sokağa bir teras kapısının camına düşen aksine. Saçlarını bağlarından sıyırıp dağıttı, cama bir daha baktı ve hâlâ çok güzel olduğunu düşündü. Belki eskisinden de güzel. Bu özgüvenle yeniden kenti seyre daldı. Gözüne kentsel dönüşümün eseri yeni binalar takılmıştı ki, kendini o meşhur takıntının içinde buldu: Bir, iki, üç… İrma bu kez 38’de durdu Ebru! Kendi hayat serüveninde durmuş ama irkilmemişti nedense. İrma’yı irkiltmeyen kendi cinayet haberiyle güne uyanmak fikriydi. Bir kelebek olup bir geceliğine bir eve misafir olmak fikri, nasıl bir şeydi acaba? Bütün mahallenin duyacağı bir kahkaha patlattı: “Hassiktir 38’inde kelebek mi olur?” Ölümle de olsa bak işte yine İrma güne uyanmıştı, her şeye inat uyanabilmişti. İrma olmuştu.
Ve sevgili Ebru, İrma öyle neşelendi ki, potansiyel katiline nasıl seslenebileceğini bile planladı: “Hey sen: Biz bir kelebek ömrü kadar kısa olan hayatımız boyunca kendi kendimizi defalarca öldürdük zaten. O yüzden fazla sevinme. Sen benim sürgün hayatıma sadece bir şeref golü atmış oldun bebek. 38’e 1 öndeyim hâlâ!”