“Devrimden sonra kısa bir süre toplum bir özgürlük nefesi aldı fakat ondan sonra 60 yıl boyunca cinsellik gündemde hiç olmadı.”
Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde bu konuyla ilgili çok fazla şey yazılırken LGBT’ler açısından Sovyet dönemini konuşmak gerektiğine inanıyorum. Kafamda devrime ve Sovyetlere dair onlarca soru var. Bu nedenle Rusya’da doğup büyümüş Rus bir arkadaşım olan Aleksandra ile bu konu üzerine biraz konuşmak istedim. O da beni kırmadı ve sorularıma yanıt verdi.
Ekim Devrimi’nin yıl dönümü dolayısıyla onlarca yazı yazılıyor. Bunların bir kısmı ne kadar güzel bir hayatın şafağı olduğuna yönelikken bir kısmı da aslında Rusya’da bir şeyi değiştirmediğini söyleyen yazılar. Bu nedenle ben Ekim Devrimi öncesinden başlamak istiyorum. Rusyalı birisi olarak Ekim Devrimi öncesi hakkında özel anlamda LGBT’ler ve kadınlar için nasıl bir dünya vardı?
Rusya’da kadın, Hıristiyanlık kabul edildiğinden beri 1917 Ekim Devrimi’ne kadar hukukça haklardan yoksun ediliyordu. Bekar kadın babasının, evli kadın kocasının mülküydü. Kocasından izin almadan birçok resmi faaliyette bulunamıyordu. Erkek sadece çocuklarına değil karısına da fiziksel şiddet uygulayabilirdi. O dönem toplumdaki bireylerin arasındaki ilişkileri esas olarak kilise, yani din tarafından düzenleniyordu.
LGBT bireylere gelince, ilk defa kanunca eşcinsel ilişkiler ya da oğlancılık 18. yüzyılın başında I. Petro döneminde yasaklandı. Ama sadece erkekler arasında ve orduda… Bunun dışında kanun eşcinselliğe değinmiyordu. 1832 yılında Rusya İmparatorluğunun ilk kanunları düzenlendiğinde “oğlancılık” tamamen yasa dışı oldu. Kadınlar arasında eşcinsel ilişkilere ise kanun tümden aldırmıyordu.
19. yüzyılın sonunda psikiyatristler tarafından ilk defa “oğlancılık” yerine homoseksüellik kavramı kullanıldı ve ilk defa sadece erkekler arasında değil kadınlar arasındaki eşcinsel ilişkilerden bahsedildi. Yurt dışındaki araştırmalara dayanarak homoseksüellik bireyin doğuştan olan biyolojik bir özelliği olarak değerlendirilmeye başlandı. Yani eşcinselliğin bir suç veya günah olmadığı ve bu yüzden bu tür “sapmaların” hukuk alanından çıkarılıp sadece tıbbi alanda psikiyatristler tarafından incelenmesi gerektiği düşünülüyordu.
20. yüzyılın başında ise liberal hukukçular da eşcinselliğin ceza kanunundan çıkarılması gerektiğini düşünüyorlardı. Literatürde eşcinsel ilişkiler, üçüncü cins ve travestiler bireylerden bahsedilmeye başlandı. Ama toplumda LGBT’ler ne tür zorluklar çekiyorlardı, bu tür bilgilere ulaşmak zor. Dünyaca ünlü klasik Rus yazarların eserlerinde buna dair hiçbir şey göremiyoruz. Yani anlaşılan LGBT’lerin hayatı gayrimeşru, gizli kapalı bir şekildeydi. Kanımca genel olarak insanların özgür yaşamadığı, kadının eşit bir vatandaş sayılmadığı bir toplumda LGBT hakları da söz konusu olamazdı. Devrimden önceki Rusya çok ataerkil ve muhafazakar bir toplumdu.
Peki devrim sürecinde LGBTlere yönelik bir propaganda var mıydı?
O dönemde sosyalistlerin gündeminde LGBT hakları ana konulardan biri değildi. Genel olarak V.Lenin de, A.Kollontay da cinsiyetlerin eşitliğinden, maddilikten kurtarılmış aşk ve ilişkilerden bahsediyorlardı. Ve bu bağlamda tüm sosyalistler, ceza kanunundan oğlancılıkla ilgili maddenin çıkarılması gerektiğini savunuyordu.
Devrimden sonra neler değişti?
Devrimden sonra 1920 yılında oğlancılık bir suç olmaktan çıkarıldı. Ama aynı zamanda cinsel rüşt yaşından da bahsediliyordu, 14 yaşından büyük olan erkekler için eşcinsel ilişkiler serbest oluyordu. 1922 yılında RSFSC ceza kanunu tam olarak düzenlendi ve kanundan oğlancılık kavramı da, cinsel rüşt yaşı da çıkarıldı. Zorlama, küçükleri baştan çıkarma gibi durumların olup olmadığı doktorların kararlarına bırakılıyordu. Yani aslında bilimden çözüm bekleniyordu. Ve diğer ülkelere göre bu kesinlikle büyük bir ilerlemeydi. O dönem Almanya’da eşcinsel ilişkiler için 5 yıl, İngiltere’de ise ömür boyu hapis söz konusuydu.
Sovyet doktor ve psikiyatristler tarafından bu alanda birçok araştırma yapılıyordu. Eşcinsellik hala bir hastalık olarak değerlendiriliyordu ve örneğin hipnozla tedavi edebileceği düşünülüyordu, ki bu durum çok normal, çünkü bilim gelişmeye devam ediyordu. Ünlü Sovyet psikiyatristler ve doktorlar, sağlık hizmetleri komiseri dahil olmak üzere Alman seksoloji uzmanı Magnus Hirşfeld tarafından kurulmuş Uluslararası Cinsel Reform Birliği’nin konferanslarına katılıyorlardı.
Ancak Sovyetlerin tüm bölgelerinde oğlancılık ceza kanunundan çıkarılmadı, örneğin Özbekistan’da. Bolşeviklere göre bunun sebebi, o bölgedeki yaygın olan erkek çocukların seks işçiliği, çocuk istismarıydı.
Bazı kaynaklar Stalin dönemi ile ilgili çok ağır koşulların olduğunu söylüyor. LGBTler açısından nasıldı Stalin dönemi?
Stalin’in iktidara gelmesiyle beraber toplumun birçok alanında değişiklikler oldu. “Sovyet insanın ahlakı” diye bir kavram ortaya çıkarıldı. Aile yine toplumun kutsal bir kurumu durumuna getirildi. Kürtajlar yasaklandı. Sağlıklı Sovyet toplumunda cinsel ilişkiler araştırma konusu olamaz diye ilan edildi. Sağlıklı bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkileri incelemesine gerek yok, çünkü bireysel ilişkiler toplumsal ilişkilerle aynıdır. Yani anlaşılan devrimden sonrası cinsellik alanında yapılan araştırmalar durduruldu, gereksiz ve son derecede tehlikeli bulundu. Ve tüm bunlar Marksizm teorisiyle destekleniyordu, yani ortada Marksizm’in vulgarizasyonu söz konusuydu. Bireycilik ve birey vulger bir şekilde yorumlanıyordu.
1933 yılında eşcinsel ilişkiler yine kanunca suç ilan edildi. Bunun açıklaması da şöyleydi: “Eşcinsel propagandası batı kültürünün bir sapmasıdır, Sovyet insanında böyle bir sapkınlık olamaz, bu yüzden eşcinsel bireyler devrim ve sosyalist toplumun düşmanları ve batı burjuvazisinin ajanlarıdır.” Eşcinsel ilişkiler ile suçlanan vatandaş çalışma kampında 5 yıl ceza alıyordu.
Sovyet sonrası dönemde ne değişti? Daha özgür bir Rusya mı yoksa daha muhafazakar bir Rusya mı oldu?
Stalin’in döneminden 1993 yılına kadar eşcinsellik yasa dışıydı. Yani devrimden sonra kısa bir süre toplum bir özgürlük nefesi aldı fakat ondan sonra 60 yıl boyunca cinsellik gündemde hiç olmadı. Ondan bahsetmek ahlaksız ve ayıp sayılırdı. Eşcinsel ilişkiler de söz konusu olmuyordu. LGBT’ler de, rejime uygun olmayan diğer unsurlar gibi kendilerine bir şekilde yaşam alanı yaratmak için gizli bir şekilde belli yerlerde toplanıyorlardı.
Sovyetler yıkıldıktan sonra uzun bir süre toplumun tüm alanlarında kaos vardı, sınırsız özgürlük hissi. Sovyetlerin son 60 yılına göre bireysel anlamda daha özgür bir Rusya diyebiliriz. En azından artık istersen seksten, istersen geylerden bahset, istersen iktidarı eleştir, istersen destekle. Toplumun büyük kısmı tek tip insan, tek tip düşünceden kendini kurtarılmış hissediyordu.
Putin’in iktidara geldikten sonra özellikle son 5 yılda muhafazakar politika uygulanmaya başlandı . Zorunlu din dersinden bahsetmeye başladılar, kadın haklarına saldırıldı, kürtajları yasaklamaya çalıştılar. Sürekli din, kilise ve geleneksel değerlerden bahsediliyor. Ve tabi ki LGBT’ler geleneksel değerler dışındalar. Toplum da çok muhafazakar ve milliyetçilik dalgası var son zamanda. Bu yüzden medya tarafından hep çevirilen homofobik söylemler toplumda benimseniyor. Her sene Gey Onur Yürüyüşleri yapılıyor, ama kitlesel değil, ve son derecede tehlikeli bir şekilde geçiyor, çünkü milliyetçi ve faşistler tarafından saldırıya uğruyorlar, polis de hiç bir şekilde müdahale etmiyor.
Son olarak sosyalistler Sovyetler döneminde nasıldı LGBTlere karşı, bugün nasıl yaklaşıyorlar?
Yani aslında SSCB’de sol muhalifler ayrı bir konu, yeni sol diye bir kavram var, ama LGBTlere yönelik ne tür tutumları vardı bilmiyorum.
LGBT konusu Rusya’daki sosyalistlerin gündemine daha yeni yeni girmeye başladı diyebilirim. Ben Rusya’dayken 2005-2008 yıllarında daha böyle bir şey yoktu. O zaman daha yeni yeni Marksist feminizmden bahsetmeye başlıyorduk, kadın çalışmalarını yürütmeye çalışıyorduk, ve başarısızdık. Bana göre daha doğrusu tecrübeme göre sosyalist partilerde kadın sorununa yaklaşım ve LGBT sorununa yaklaşım paralel olarak gelişiyor.
Rusya’da şimdi, özellikle 1 Mayıs’larda bunu görebiliyoruz, LGBT konusunda solcular ve sosyalistler iki cepheye ayrılıyor. Bir kısmı LGBT’lerle beraber yürür ya da daha pasif bir şekilde destek verir, diğerleri ise gayet saldırgan bir biçimde onları meydandan kovmaya çalışır. Özellikle anarşistler son zamanda iki gruba ayrıldılar. Biri feminizme ve LGBT mücadelesine olumlu yaklaşırken, diğer grup ise feministlerin yaptığı etkinliklere gelip orada her türlü olumsuzlukları çıkarır, LGBT bireylere saldırır. Böyle bir olaya da kendim şahit oldum. Bir grup anarşist sosyalistlerin düzenlendiği feminizm konferansına gelip öncesinde sözlü olarak katılımcılara hakarette bulundular, sonrasında eşcinsel bir bireye saldırdılar, ki kavgayı başlatan anarşist kadınlardı. Yani gericiliğin cinsiyeti yoktur. Ama tüm bunlara rağmen diyebilirim ki, benim döneme göre Rusya’daki sosyalistler arasında birçok şey değişti, olumlu değişiklikler oldu, kadın ve LGBT mücadelesi yükselmeye başladı. Ama ne yazık ki bu yeni gelişmelere karşıt olarak bazı sosyalistler ve solcular tarafından her türlü olumsuz tepkiler geliyor. Ama oradaki yoldaşlar her şeye rağmen mücadelelerini devam ettiriyor ve başarılı olacaklarına inanıyorum.