Üremenin cinselliğin yegane gayesi olduğu düşüncesi, geleneğin, dinin, yasanın modern tıbba önemli miraslarından biridir.
Bir canlı türü olarak insanların soyunun devamı ile ilgili kaygılanmasını gerektirecek çok sayıda sebep bulunabilir. Bunların önemli bir çoğunluğu insanların birbirlerine ve yaşadıkları çevreye yaptıklarıyla ilgili gibi görünmektedir. Yine de, birçok insana cinsellik neden var diye sorulduğunda ilk akla gelen yanıt “türün devamı” olacaktır. Evet, cinsellik insanların üremesi, soyun ve türün devamı için gereklidir. Ancak cinsellik sadece soyun devamı amacına mı hizmet etmektedir? İnsanların cinsel davranışları üreme hedefine yönelik olanlarla sınırlı mıdır?
Uzun bir dönem kurumsal tıbbın bu soruya verdiği cevap ‘evet’ olmuştur. Tıp, bilimsel referansları olan bir klinik uygulama alanı olarak, toplumsal düşünce ikliminden diğer bilim alanlarından daha az etkilenmemektedir. Üremenin cinselliğin yegane gayesi olduğu düşüncesi, geleneğin, dinin, yasanın modern tıbba önemli miraslarından biridir. Cinselliğin tıbbın konusu haline gelmesinin tarihi incelendiğinde, Batı’da cinselliğin sadece üremeye yönelik olduğunda sağlıklı, normal, kabul edilebilir görüldüğü bir düşünce atmosferinin hakim olduğu görülecektir. Biyoloji ve evrimle ilgili heyecan verici yeni görüşler, geçmişten kalan değerlerle kaynaşarak bu dogmanın yerleşip yaygınlaşmasına neden olmuştur. Üremeye yönelik olmayan cinsel eylemlerin ardında patoloji aranmış, bu davranışların yinelenmesinin kişinin bedensel ve ruhsal iyilik haline olumsuz etkileri ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Örneğin bugün hiç de bu gözle değerlendirilmeyen mastürbasyonun, edinilmesi tehlikeli bir alışkanlık olup, engellenmesi gerektiği, yinelenmesinin kişinin akıl sağlığını bozmakla kalmayıp fiziksel hasara da neden olacağına inanılmıştır.
Oysa insan cinselliği, evrimin temel ilkelerini dışlamayacak şekilde, diğer canlılardan farklılaşarak gelişmiştir. Üreme cinsellik yoluyla olsa da, cinsellik hemen hiçbir zaman sadece üreme amaçlı olmamıştır. Haz almak, haz vermek gibi temel işlevlerin yanı sıra, cinsellik iki insan arasında duyguların yoğun ve samimi bir ifade biçimi olarak önemli bir rol oynamıştır. Cinsellik üremenin olası olmadığı dönemlerde, üremeyle sonuçlanmayacak şekillerde yaşanagelmiştir. Günümüzde, genel olarak cinsel davranışa eşlik eden temel kaygı üreyebilmek değil, üremeden cinsel birliktelik yaşayabilmek gibi görünmektedir. Cinsellik insanların alabildiğine çeşitlilik ve zenginlik kattığı bir kültürel birikim alanı haline gelmiştir. Birey ve ikili ilişkilerin ötesinde, kişinin kendi cinselliğini nasıl anladığı, tanımladığı, ne gibi istek, fantezi ve düşünceleri olduğu, bu doğrultuda başkalarıyla ilişkilenme biçimi gibi birçok özellik toplumsal yaşamın hemen her alanında boy göstermektedir. Toplumsal ve bireysel olanı düzenlemeye çalışan her iktidar odağı böyle bir alanı denetlemeye girişmiştir. Dolayısıyla üremeyle ilgili temel bilgiler durağan ve evrensel gibi görünse de, insan cinselliğiyle ilgili, kültürel olarak ifadesi değişken olabilen, açık gizli geniş bir çeşitlilikten söz edilebilir.
İnsan cinselliğinin çeşitliliği, kişinin kendisini hangi cinsiyete ait gördüğü, hangi cinsiyetten hissettiği şeklinde tanımlanabilecek ‘cinsiyet kimliği’ni, kişinin cinsel ve duygusal ilgisinin hangi cinsiyete yönelik olduğunu ifade eden ‘cinsel yönelimi’ de kapsamaktadır. İnsanlığın başlangıcından beri, her tarih ve coğrafyada, her insan topluğunda kendini bedensel olarak sahip olduğu cinsiyet özelliklerinden (‘bedensel cinsiyet’) beklenen cinsiyetten farklı hisseden bireyler (transgender) ve cinsel yönelimi kendi cinsine yönelik olan bireyler (eşcinsel ve biseksüeller) bulunmuştur. Tıp ve psikiyatri, sağlık ve hastalık arasındaki sınırı, geçmişten gelen üremeye yönelik olma/olmama ölçütü üzerine kurduğundan, insan cinsel yelpazesinin bu yönü uzun bir süre ‘hastalık’ damgası taşımıştır.
Sağlık sadece hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilikhali olarak tanımlanacaksa, cinselliğin beden yapısı, işlevleri ve üremeyle ilgili olmayan, farklı boyutlarıyla cinsel kimlikle ilgili yönleri de sağlık çalışanının gündeminde olmalıdır. Eşcinsellik ve biseksüellik kırk yıldan uzun zamandır psikiyatri tarafından hastalık olarak görülmemektedir. Trans bireylerin halen sınıflandırılıyor olmaları ise bedensel cinsiyet değişimi sürecine yöneliktir. Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender ve interseks bireyler toplumun her alanında örgütlü bir şekilde mücadele ederek toplumu dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Her yıl Haziran ayında giderek artan sayıda katılımla, bu sene İstanbul dışında da, gerçekleştirilen “Onur Yürüşü” bu değişimin işaretlerinden sadece biridir. Buna rağmen tıp eğitimi ve uygulamasında halen cinsel sağlık üreme sağlığıyla sınırlı olacak şekilde ele alınmaktadır. Daha fazla gecikilmeden, LGBTİ bireylerin ayrımcılık ve damgalanmaya maruz kalmadan sağlık hizmetine erişimlerinin sağlanması için harekete geçilmelidir.
Kimi sağlık çalışanları tıbbi bir zorunluluk, yasal bir hak olan cinsiyet geçiş sürecini haddini bilmeme, şımarıklık hatta günah olarak kabul etmektedir
“Öleceğimi bilsem, belki doktora gitmeyi düşünürüm”
Devlet tarafından verilen kimlik kartında cinsiyetinizi belirten bir bölüm yoktur. Ancak başka hiçbir ülkede olmayan bir uygulama ile doğduğunuzda hangi cinsiyete sahip olduğunuza göre, pembe ya da mavi bir kimlikle cinsiyetiniz ifade edilir. Erkek ya da kadın olmanın renklerle bilinen bir ilişkisi yoktur; bu ayrım ne evrensel bir durumdur, ne de tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Kimliğini görünceye kadar kişinin cinsiyetiyle ilgili kanaatimizi görünümü, giyimi, hal ve tavırlarına dayandırırız. Böyle dışarıdan değerlendirdiğimizde erkek ya da kadın olduğunu düşündüğümüz herkes, doğduğunda bizim tahminimizle aynı cinsiyetin özelliklerini taşımıyor olabilir. Açıkça söylemek gerekirse, çevrenizde gördüğünüz erkeklerin hepsi, doğduklarında “oğlunuz oldu” sözleriyle karşılanmamıştır. Bedensel cinsiyeti ile kendini tanımladığı cinsiyeti örtüşmeyen transbireyler, benimsedikleri cinsiyet kimliği doğrultusunda giyinir, davranır ve toplum tarafından öyle değerlendirilmeyi bekler.
Doğduğu cinsiyetten farklı bir cinsiyet kimliğine sahip olma, hayatın çok erken dönemlerinden itibaren ipuçları verse de, kişinin bunu dışavurmaya, söze getirmeye başlaması zaman alabilir. Zira toplumun geneli, ailesi, öğretmenleri, akranları nasıl bunun yanlış olduğunu düşünüyorsa birey de kendinde bir bozukluk olduğunu düşünebilir. Dahası çevrenin baskısı, ayrımcı tutumları, öldürmeye kadar varabilen şiddeti kişiyi her an hoşnutsuzluk hissedeceği bir cinsiyete hapsedebilir. Deneyimi olmayanların anlaması, empati yapabilmesi için, kendilerinin bir sabah başka bir cinsiyetten bir bedenle uyanmış olduklarını, tüm çevrelerinin de bundan sonra hayatlarını bu şekilde geçirmeleri için ısrar ettiğini hayal etmeleri işe yarayabilir.
Psikiyatri transbireyleri akıl hastası olarak kabul etmemektedir. Zira bedensel cinsiyet ve cinsiyet ifadeleri ile ilgili arzuladıkları değişiklikleri gerçekleştirmeye başladıklarında ya da “herkes hangi üreme organına sahip doğduysa cinsiyet kimliği o yönde olmalıdır” zihniyetinin katı bir şekilde hakim olmadığı bir çevrede toplumun geri kalanından farklı değillerdir. Ruhsal bozukluk sınıflandırmalarında bu duruma yer verilse de, kişinin cinsiyet kimliği değiştirilmesi gereken bir belirti gibi ele alınmaz, bedensel cinsiyetle örtüşmemesi kişinin kendisiyle ilgili karar verebilecek yetkinliğinden kuşku duyulmasına neden olmaz. Transbireylerde tıbbi uygulama, bedensel cinsiyeti benimsenen cinsiyet kimliğine uygun hale getirecek şekilde hormon tedavileri ve cerrahi girişimleri içeren cinsiyet geçiş sürecidir. Psikiyatrın süreç öncesi değerlendirme, sürecin planlanması ve izlenmesinde temel sorumlulukları vardır. Süreç uluslararası meslek örgütlerince geliştirilen bilimsel kılavuzlar doğrultusunda, yasal düzenlemeler çerçevesinde yürütülmektedir.
Trans bireylerle ilgili ön yargılar, içine itildikleri şiddet ortamında verdikleri tepkilerin “travestiler terörü” manşetleriyle topluma aktarılmasından beslenmektedir. Çocukluk dönemlerinden başlayarak, var olma mücadelesi veren bu bireyler, görmezden gelinme, hor görülmenin ötesinde, kimlik özelliklerine dayanılarak sağlık, eğitim, çalışma ve barınma gibi temel insan haklarından mahrum bırakılmaktadır. Hukuk ve güvenlik uygulayıcıları tarafından kamusal alanda sadece ‘var’ olduklarında teşhircilik, öldürüldüklerinde tahrik etmekle itham edilirler. Transerkek ve transkadınlar kimlik özellikleri nedeniyle ayrımcılığa ve bu zeminde işlenen nefret suçlarına maruz bırakılırlar. Uzun bir süredir ayrımcılık ve nefret suçları ile ilgili yasal düzenlemeler yapılması için diğer gruplarla birlikte mücadele vermekteler. Bu haklı politik talep iktidar sahiplerince alaya alınır, görmezden gelinirken transbireylere yönelik şiddet artarak devam etmektedir.
Sağlık kuruluşları transbireylere yönelik ayrımcılığın sergilendiği diğer bir platformdur. Birçok transerkek ve kadın, ayrımcı tutumlara maruz bırakılmak endişesiyle gerekli olduğu halde sağlık kuruluşlarına başvurmamaktadır. Başvurduklarında kimi kurumlarda hizmet verilmemekte, kimi sağlık çalışanları tıbbi bir zorunluluk, yasal bir hak olan cinsiyet geçiş sürecini haddini bilmeme, şımarıklık hatta günah olarak kabul etmektedir. Herhangi bir kimlik özelliğine dayanarak hekimlik uygulamalarını gerektiği gibi yerine getirememek görmezden gelinemeyecek bir etik sorundur. Sağlık çalışanlarının bu konudaki duyarlılığı 20 Kasım Nefret Suçları Mağduru Transbireyleri Anma Gününde TTB, Türkiye Psikiyatri Derneği, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği tarafından yapılan basın açıklamasında ifade edilmiştir. Kurumsal ve yapısal ayrımcılıkla mücadele meslek örgütlerince yürütülürken, sağlık çalışanlarının transbireylerle etkileşimlerinde tutumlarını gözden geçirmeleri gereklidir. Kişinin cinsiyetini kimlik kartının rengiyle değil de benimsediği, varoluş mücadelesi verdiği haliyle kabullenmeleri, başkalarınca belirlenen şekilde değil, kendi sahiplendikleri isim ve unvanlarla hitap etmeleri bile önemli bir adım olacaktır.